Onikiada Türklerinin Türk Dünyası ile Bağlantıları ve Güncel Sorunları (ORHA HABER AJANSI)

Dünya kamuoyunda Yunanistan’daki Türk varlığının Batı Trakya’yla sınırlı olduğu algısı vardır. Bununla birlikte çoğunluğu Rodos ve İstanköy’de olmak üzere Onikiada’da yaşayan ve sayıları 9.000’in üstünde bir Türk nüfus da bulunmaktadır. Yunan makamları, 1923 yılında Lozan Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle söz konusu soydaşlarımıza “azınlık” statüsü tanımamaktadırlar.

Rodos ve İstanköy Adaları 1912 yılında İtalya tarafından ilhak edilmiştir. Daha sonra, 1947 yılında Paris Barış Antlaşması uyarınca Yunanistan’a devredilmişlerdir. Yunanistan’ın Onikiada’nın yönetimini devralmasının ardından çıkarılan 517/1947 sayılı Kanunla, var olan İtalyan yasalarının ve düzenlemelerinin Yunan mevzuatına aykırı olmadığı sürece geçerliliğini sürdüreceği kabul edilmiştir.

1965 yılına kadar aynen yürürlükte kaldığı bilinen ve “Onikiada Hukuku” olarak anılan bu mevzuat, sonradan tedricen uygulanmaz olmuştur. Onikiada’da yaşayan soydaşlarımızın bu durumdan kaynaklanan hak kayıpları vardır, bir başka deyişle önemli sorunları ortaya çıkmıştır.

Birbirini izleyen iki yazının da temel amacı ağırlıklı olarak Ege Adaları Türklerinin kültürel  soykırımı konusunda Türk Dünyası ve Dünya kamuoyunu bilgilendirmektir. Bununla birlikte birinci yazımızda  önce Rodos ve İstanköy adalarının Türk Dünyası ile bağlantısı üzerine durulacak ve ada Türklerinin kültürel soykırımında Rusya’nın dolaylı etkileri kısaca anlatılacaktır. Daha sonra Ege Adaları Türklerinin  kültürel soykırımına bağlı olarak; “Vatandaşlık Sorunu”, “Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı Sorunları” ve “Din ve İbadet Sorunu” gibi konular okurların bilgilerine sunulacaktır.

İkinci yazımızda ise Ege Adaları Türklerinin; “Örgütlenme  Sorunu”, “Osmanlı Türklerinden Kalan Kültür Mirasının Korunması Sorunu”, “Vakıflar Sorunu” ve “Nefret ve Baskı Ortamı Sorunu” gibi konular irdelenecektir. Bu konuları “Rodos ve İstanköy Türkleri için Çözümler” konusunda kimi önermeler izleyecektir. Son olarak Türklük Dünyası’nda   kültürel alandaki ilişkilerin geliştirilebilmesi için  kimi önerilerimi satır başlıkları  ile dile getireceğim.

Rodos ve İstinköy Adalarının Türk Dünyası ile Bağlantısı

Belgelere göre adalar yaklaşık 1000 yıldır Türklüğün ilgi alanı içinde olmuştur. Günümüzden yüz yıl öncesine değin, Türkler adanın efendileriydiler ve bütün gücü ellerinde tutuyorlardı. Adalar ilk kez 1091 yılında Türk Emiri Çaka Bey tarafından alınmıştı. Daha sonra  1522 yılında Rodos’la birlikte diğer adalar da Türk egemenliği altına alındı. Ege Adaları içerisinde fethedilen en son ada ise 1596 yılında Sakız Adası oldu.

Rodos’un fethinden sonra ada, “Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti”nine bağlandı. Adaların Türk-Müslümanlaştırılması için Anadolu’nun değişik beyliklerinden nüfus iskan edildi. İskanda, sürgün yönteminden de yararlanıldı. Rodos’a gönderilen ailelere ekonomik ve idari ayrıcalıklar ve olanaklar sağlandı. Bir miktar da Musevi nüfus da getirildi.

Adalarda, Fetihten sonra İslamî ibadet, eğitim, iaşe ve ibate işlerine el atıldı.

Kanuni ve ardılları tarafından , vakıf müessesesi ile şehrin ticari potansiyeli yeniden canlandırıldı. Avrupa kökenli ve Yunanistan kaynaklarında ise, fetihten sonra adanın ticaretinin gerilemiş olduğu yazılmasına karşılık , Osmanlı vakıf belgeleri tam tersine, Rodos’un çok canlı bir ticaret kenti olduğunu, bu ticaretin özellikle Sultan Süleyman Han Vakfı tarafından desteklendiğini açıkça göstermektedir. Zaman içinde kurulan vakıflar ile medrese, aşevi (imaret), camiler, çeşmeler, hamamlar ve kütüphaneler gibi bayındırlık işlerine önem verildi. Adanın çehresi Türk-İslam Mimarisine uygun olarak değiştirildi.

Ege adalarının Osmanlı İmparatorluğu  döneminde, Türk Dünyası ile bağlantısında iki konu öne çıkmaktadır. Örneğin Rodos adasının , Anadolu coğrafyası dışında özellikle Kırım Hanlığı açısından  özel bir öneme sahip  olduğu gözlemlenmektedir. Bu kapsamda Şahin Giray, Canbek  Giray, Mehmet Giray, İslam Giray, Fetih Giray, Selim Giray, Saadet Giray, Beyzada Sultan ve Kaplan Giray gibi Kırım Hanları ve devlet adamlarının sürgün yeri  olmuştur.

İkincisi ise Rodos Türk aydınlarının Türk Dünyası ise yakından ilgilenmesi olmuştur. Bunun  en önemli nedeninin ,1876 yılında açılan Süleymaniye Medresesi’ndeki eğitim-öğretimin niteliği ve yurtseverlik anlamında verilen Türklük bilinci  olduğu söylenebilir. Gerek Osmanlı, gerekse erken cumhuriyet döneminde çok sayıda Rodos ve İstanköy doğumlu ve kökenli Türk aydını Türk Dünyası’nın şekillenmesine emek vermişlerdir.

Örneğin, bir İttihat ve Terakki mensubu olan Rodoslu Habibzade Ahmet Kemal ve arkadaşları, 1914’te Doğu Türkistan’da Dar’ül muallimin-i Ittihat’i açarak bölgede Çin’e karşı direnişi örgütlemeyi amaçlamışlardı. “Çin-Türkistan Hatıraları”; adlı eserin sunuş bölümünde verilen bilgilere göre, Rodoslu Ahmet Kemal, Türkçü ve Turancı düşüncelere sahiptir. Çin egemenliğindeki Doğu Türkistan’ın bilinçlendirilmesi ve bağımsızlığının kazandırılması temel hedefleri arasındaydı.

Habibzade Ahmet Kemal, Çin-Türkistan Hatıraları’nda, Doğu Türkistan’da açılan ilk Türk okullarını, Urumçi Türklerinin ve Müslümanlarının durumunu, Urumçi’de kendi gayretleriyle çıkardığı Yeni Hayat adlı gazeteyi ayrıntılarıyla anlatmıştır (Habibzade Ahmed Kemal,1996).

Erken Cumhuriyet döneminde ise Rodos doğumlu Reşit Galip Baydur, Atatürk devrim ve Cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir kişi idi. Reşit Galip, 1933 yılında Atatürk’ün yönlendirmesiyle Milli Eğitim Bakanı olarak Üniversite Reformu’nu gerçekleştirdi. Hitler Rejiminden kaçmakta olan bilim adamları ve sanatkarların Türkiye’ye gelmelerini yine Atatürk’ün de desteği ile sağlamıştı.  Köy Enstitüsü fikrini ortaya atan da O’dur. Okullarda okutulmuş olan  “Türküm Doğruyum Andı” da O’nun eseridir.

İstanköy doğumlu Mehmet Şükrü  Kaya da  Cumhuriyet tarihinde en uzun süre İçişleri Bakanlığı yapmış ve  Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından biri olmuştu.  Toprak Reformu yasa tasarıları hazırlamıştır. Ekonomik ve siyasal bağımsızlığın gereği olarak Devletçiliği benimsemiştir.

Ege Adaları Türklerinin Asimilasyonunda Rusya’nın Dolaylı Etkileri

1820’lere kadar tartışmasız bir şekilde Osmanlı Egemenliği altında olan Ege Adaları, Yunan bağımsızlık savaşıyla birlikte bir tartışma konusu oldu. 1912 yılına gelinceye kadar Ege Denizi, Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan arasında az çok dengeli bir şekilde bölüşülmüştü. Ancak bu denge, önce 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, sonra da 1912-1913 Balkan Savaşları’nda fiilen altüst oldu.

Anılan dengenin bozulmasında Rusya’nın dolaylı etkilerinin belirleyici olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere Rusya, Osmanlı toprakları üzerinden sıcak denizlere, daha açıkçası Akdeniz’e  inmek için 20. yüzyıla kadar üç ayrı siyaset uyguladı. Birincisi; İstanbul’u alarak Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak, ikincisi; Balkan milletlerini Panslavizm propagandası yolu ile kışkırtarak bu bölgede egemen olmak ve üçüncüsü; Balkanlar ve boğazlardan sıcak denizlere ulaşamayacağını anladığında, bir Ermeni politikası oluşturmaktı. Bu bağlamda  Ermenileri Osmanlı aleyhine kışkırtarak, Anadolu’nun Doğu ve Güney doğusunda kendine bağlı bir Ermenistan Devleti’nin kuruluşunu amaçlamıştı. Ancak temel amacı Akdeniz’e inmekti. Günümüzde ise Rusya Federasyonu’nun geçte olsa Suriye politikasıyla amacına ulaştığı gözlemlenmektedir.

Ege adalarının kayıp edilmesinde anılan siyasetler içinde, ikincisinin payının önemli olduğu gözlemlenmektedir. Slavcılık ve Ortodoksları koruma politikası güden Rusya, milliyetçilik akımının da etkilerini değerlendirerek Balkan topluluklarını Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırdı. Balkan Savaşları sonucunda, Osmanlı’nın  Balkanlarda kalan topraklarının bir kesimi Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ ve Yunanistan arasında bölüşüldü. Bunun yanında Osmanlı, Ege adalarında da  zayıf düştü ve adaların İtalyanların tarafından işgaline uygun bir ortam hazırlandı.

Rusya,1916 yılında İtalyan Hükümeti’nin Osmanlı’dan Meis dahil Ege adalarının işgali için vermiş olduğu bilgilendirmeyi  onayladı.

İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sonucunda da Ege adalarının Yunanistan’a verilmesine de sessiz kaldı ve bu yolla Ege adaları Türklerinin kültürel soykırımını dolaylı olarak  destekliyordu.

Diğer yandan Akdeniz’de kendi çıkarları açısından Rusya’nın  Yunan ve Rumlara daha yakın olduğu da gözlemlenmektedir. Sözgelişi, kurulduğundan bu yana Rusya’nın Kıbrıs Rumlarına ekonomik ve askeri yardımları kesintisiz devam etmektedir. Guardian gazetesinde, Güney Kıbrıs’la Rusya arasındaki ilişkilerin ele alındığı bir yazıda, binlerce Rus’un yaşadığı Limasol kentinin Rus okulları, Rus radyo istasyonları, kürk manto, kefir ve Baltika (Rus birası) satılan dükkânlarıyla, Rusya’nın bir parçası haline geldiği, kentin Limasolgrad olarak anıldığı bildirilmektedir. Özetle  Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Rusya ilişkilerinin liman ve hava alanı kolaylıkları yanında, enerji alanında da işbirliğine gitmesi, hem Kıbrıs’ta hem de bölgede Batı lehine kurulu jeopolitik dengeyi bozduğu belirtilmektedir.

RODOS VE İSTANKÖY TÜRKLÜĞÜNÜN GÜNCEL SORUNLARI

Rodos ve İstanköy Türklüğü’nün güncel sorunları şöyle sıralanabilir:

Vatandaşlık Sorunu

Rodos ve İstanköy’deki  Türkler, 1522 yılında Rodos’un fethinden sonra başta Karaman Beyliği olmak üzere diğer beyliklerden  yerleştirilen Türkler ile 1897’de Girit’ten göç etmek zorunda bırakılan Türklerden  oluşturmaktadır.

Günümüzde, yukarıda da belirtildiği üzere Yunan makamları, 1923 yılında Lozan Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle, Rodos ve İstanköy Adaları’nda yaşayan soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamakta ve soydaşlarımızı ‘Müslüman’ nüfus olarak tanımlamaktadır. Bu kapsamda “Türk” ya da “Azınlık” nitelendirmesini içeren dernekleri tescil edilmemektedir. Örneğin 1912’de kurulan “Rodos Türk Toplumu”nun faaliyetleri 1967 yılında yasaklanmıştır.

Geçen süreç içinde Türklerin pek çoğu, kültürel kimliklerinin kabul görmemesi, şiddet ve nefret ortamını yaratılması, yakın dönemlere değin iş kurma ve gayrimenkul satın almalarına izin verilmemesi gibi nedenlerle Türkiye’ye göç etmiş bulunmaktadır.

1950’den sonra adadan ayrılan bu kişilere Rodos’a dönmeyeceklerine dair belge imzalatılmıştır. Adada kalan Türkler ise vatandaşlıktan çıkarılma korkusu ile uzun yıllar adadan ayrılamamıştır. Bu kişiler adadan ayrılmak istediklerinde önce yabancılar şubesine giderek Yunanistan’a tekrar giriş vizesi almak durumunda kalmışlardır. Bu durumdaki kişilere yalnızca 30 gün süre ile adadan ayrılmalarına izin verilmiş bulunmaktaydı. Ege adaları vatandaşları olarak tanımlanan Türkler ise beş yıl süreli olarak verilen pasaportları ile adadan ayrılabilmişler, ancak bu kişilerin pasaportlarının bitiş süresine kadar adaya dönmemeleri halinde başka bir ülkenin vatandaşlığına geçtiğine karar verilmiştir. Böylelikle Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun eski 19. Maddesi’ne göre vatandaşlıkları sona erdirilmiştir. Rodos ve İstanköy’de de yaklaşık 4000 Müslüman Türkün bu şekilde Yunan vatandaşlıklarını kaybettiği, kimilerin vatansız kaldığı tahmin edilmektedir. Pasaportlarının uzatılması için müracaat eden Türklerin ellerinden pasaportları alınmış, bu kişilere vatandaşlıklarını kaybettikleri bildirilmiştir.

Bugün vatandaşlıktan çıkarılan kişilerin sayısının binlerce olduğu tahmin ediliyor. Buna ek olarak Rodoslu olan ve halen Yunan nüfus cüzdanına sahip olan kişilerin dahi, Rodos Belediyesi’nde bulunan kayıtlarının silindiği söylenerek bu kişilere yeni nüfus cüzdanı verilmemektedir.

Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı Sorunları

Rodos ve İstanköy Türklerinin Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı Sorunları  ile ilgili süreç aşağıda belirtildiği gibi bir  seyir izlemiştir.

İtalyan faşizm yönetiminin son devrinde Onikiadalarda cemaat okulları tamamen kapatılmıştı. Bu nedenle gerek İtalyan, gerekse İkinci Paylaşım Savaşı’ndan hemen sonraki yıllardan itibaren başlayan yeni dönemde Rodos ve İstanköy adalarının Türk/ Müslüman nüfusunun sosyal ve kültürel hayatlarının sancılı bir sürece girdiği, Onikiada Türklerinin kültür düzeylerinin hayli gerilediği dile getirilmektedir.

Bu dönemde, Onikiada Türklerinin bir kısmı ise Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göç olayını durdurmak ve adalardaki Türk varlığını korumak için Türkiye Cumhuriyeti kimi çalışmalar da yapmıştır.

Britanya işgaliyle cemaatlere serbestlik verilince Rodos ve İstanköy’deki On Türk Okulu’nun yeniden açıldığı bilinmektedir. Bu dönemde Türk Okullar Birliği adı altında örgütlenme vardı.

Adaların 1947 yılında Yunanistan’a verilmesi ile Türk Okulları’nda Yunanca tedrisat da başlamıştır. Bu tarihten 1972 yılına değin Rodos ve İstanköy’deki okullarda çift dillilik temelinde  Türkçe eğitim-öğrenim yapılmıştır. Daha öncede belirtildiği üzere Türk Okullarında özelikle tarih, coğrafya gibi sosyal dersleri Yunan öğretmenleri vermiştir. Bu dikkat çekici bir konuydu. Bunun yanında fizik, kimya ve matematik gibi derslerini ise Türk öğretmenler öğretiliyordu.

Bu süreçte, Yunan idaresinin, anılan okullara  verilen tahsisatı yavaş yavaş azalttığı gözlemlenmiştir. Yunan Hükümetinin mali sıkıntılar içinde bulunmasından dolayı Türk okullarına fazla yardım edemeyecekleri aktarılmıştır.

Son olarak ,Rodos’ta Türkçe öğrenim veren okullardan biri olan Süleymaniye Medresesi’nin adı, 1972 yılında Rodos 13. Şehir İlkokulu olarak değiştirilmiş ve o tarihten itibaren ise Türkçe öğrenme tamamen yasaklanmıştır.

Günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkler, Yunan devlet okullarına gidiyor, ancak din derslerinden muaf tutuluyorlar. Devlet okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün Türkçeyi çok az derecede konuşabiliyorlar. Bu okullardan mezun olan çocukların adalarda mesleklerini yerine getirme konusunda da geçmişte uzunca bir süre belirsizlik yaşanmıştı. Diğer yandan 20.yüzyılın ortalarından itibaren ve 21.yüzyılda Yunan okullarında Türk çocuklarına karşı olumsuz eylem ve tavırların sergilendiği de bilinmektedir.

Türk okullarının kapatılması, adalar Türklüğünü zor durumda bırakmıştır. Maddi durumları iyi olan ada Türkleri, çocuklarını okul döneminde Türkiye’ye göndermekte, Türkçe ve din bilgisi eğitimini sağlamaktadırlar. Tüm bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, egemen Yunan kültürünün adalar Türklüğünün korumak istediği kültürel tabana karşı bir üstünlük kurduğu sonucuna ulaşılabilir. Üstelik adalarda Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk Dili” ve buna bağlı eğitim ile din gibi kültürel aktarım araçlarının da, Yunanistan’ın uyguladığı kültürel arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu gözlemlenmektedir.

Rodos ve İstanköy’de Türkçe’nin öğretim ve eğitim dilinden dışlanmasında göze çarpan bir diğer sonuç, Türklerin giderek eğitim düzeylerinin düşmesidir.

Bütün bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, egemen Yunan kültürünün adalar Türklüğünün korumak istediği kültürel tabana karşı bir üstünlük kurduğu sonucuna ulaşılabilir. Bu bağlamda adalarda Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk dili” ve buna bağlı eğitim ile din gibi kültürel aktarım araçlarının da, Yunanistan’ın uyguladığı kültürel arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu gözlemlenmektedir.

Çift dillilik temelinde Türkçe eğitim-öğrenim hakları adalarda yaşamakta olan Türklere verilmediği taktirde, orta gelecekte bir kadim kimlik olan Rodos ve İstanköy Türklüğü yok olacaktır.

Maddi durumları iyi olan ada Türkleri ise, kimliklerini korumak için çocuklarını okul döneminde Türkiye’ye göndermekte, Türkçe ve din bilgisi eğitimini sağlamaktadırlar.

Din ve İbadet Sorunu

Rodos ve İstanköy Türklerinin din konusunda hakları önemli değişimlere uğramıştır. İtalyanlar 29 Mart 1930 yılında çıkarttıkları bir kanun (Decreto) ile Kadılık Kurumu’nu kaldırmışlar ve Müftülük olarak bir din temsilciliğini kabul etmişlerdir. Önce Sami Bey’i, daha sonra Hafız İbrahim Ethem Nabioğlu’nu Rodos müftüsü olarak atamışlardır.

1937 yılına kadar İtalyanlar, Türkçe eğitim yapan okullarda din ve dil eğitimi verilmesini serbest bırakmışlardır. Ancak 1937-38 yıllarında Faşizmin katı siyasetinin uygulanması üzerine medreseler kapatılmış ve adada hizmet gören sekiz Türk okulunda İtalyanca eğitime geçilmiştir. Ayrıca Rodos’ta din eğitim yapan özel medreselerde de din dersleri verilmiştir. Bunlar arasında Hurmalı (Mescidi) Medresesi, Demirli (Cami) Medresesi, Enderun (Cami) Medresesi, “Kale İçi” Din Okulu, Çayır Köyü Cami (Medresesi)  ve Medrese-İ Süleymaniye Okulu gibi medreseler sıralanabilir. 1895 yılında depremden (veya bir yangın neticesi Süleymaniye Medresesi yıkıldığında 1900 yılında yeniden inşa edilinceye kadar Fethi Paşa Rüştiye Okulu’nda da din eğitimi yapılmıştır.

Böylece 1944-45 eğitim yılına kadar Türk Çocukları okullarda İslam dini eğitimi almışlardır.

Ancak 1936 yılında bir cuma namazı vaazı sırasında Müftü Hafız İbrahim Ethem, Habeşiştan’a karşı savaşan İtalyan kuvvetlerinin mağlubiyeti için dua edince Müftülükten uzaklaştırılmıştır. Adaların İngiliz tarafından işgalinden sonra Türk Okulları’nda yine Türkçe eğitim ve din dersi verilmeye başlanmıştır.

1947’den sonra yönetimi eline alan Yunan İdaresi, o tarihe kadar maaşlarını Evkafı Mektebiye’den alan hocaları, devlet memuru yapmışlardır ve Türk Okulları’nda Yunanca tedrisat da başlamıştır.

1972 yılında adalardaki bütün Türk okulları kapatılmış ve Türkçe öğrenim ile din dersi de kaldırılmıştır.

Kısaca, Yunan Hükümetleri, Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri, Türk Kimlikleri ile değil, Müslüman olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte ortaya çıkan paradoks şudur: “Müslüman Yunanlı” olarak tanımlanan Rodos ve İstanköy Türklerinin Müslümanlıklarını da öğrenmeleri yasaktır.

Camilere gelinci durum şudur: 14 cami bulunan Rodos’ta ibadete açık tek cami olan İbrahim Paşa Camii sadece öğle ve cuma namazları için açıktır. Ancak küçük olması nedeniyle soydaşlarımıza hizmet vermekte yetersiz kalmaktadır.

1978 yılında ibadete kapatılan ve halihazırda müze olarak kullanılan Süleymaniye Camii ise özel izne tabi olarak 2010 yılından bu yana Ramazan ve Kurban Bayramları namazları için ibadete açılmaktadır. Ali Hilmi Paşa Camisi, restore edilip Kıbrıs Evi haline getirilmiştir,  Şehitlik Mescidi sağlık merkezi, Katavya Köyü Mescidi kafeterya olarak kullanılmaktadır. Gani Ahmet Semti Okul-Cami, apartman haline getirilmiştir. Salakoz Köyü Cami yok edilmiştir. Murat Reis Külliyesi’ne ait Müftülük Makamı konservatuvar haline getirilmek istenmişti. Günümüzde de  listeyi uzatmak mümkündür.

İstanköy’de ise  günümüzde ibadete açık tek bir cami bile yoktur. Sadece Germe Camii avlusunda her gün beş vakit ibadete açık durumdadır.

Özetlenirse, Rodos ve İstanköy Türklerinin Müslümanlıklarını yaşamları konusunda da ciddi kısıtları vardır.

 

Mustafa KAYMAKÇI

Rodos,İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Onikiada Türklerinin Türk Dünyası ile Bağlantıları ve Güncel Sorunları